Sağlıklı Yaşam Endüstrisinin Tatsız Tarihi
“Yaşam tarzı değişikliğine yardımcı olmakla insanlara yaşam tarzı değişikliğine dayalı her derde deva reçeteler satmak arasında ciddi farklar var. İlki sizi bir sağlık hizmet sağlayıcısı, ikincisiyse bir dolandırıcı yapar.”
Günümüzün sahte bilim dolu sağlıklı yaşam (wellness) endüstrisi bu konuda atalarına çok şey borçlu.
Kellogg ismini duyan çoğu insanın aklına o meşhur kahvaltılık gevreklerden biri gelir – Corn Flakes, Rice Krispies, hatta belki de Eggo Waffles ve Pop-Tarts – ama sağlıklı yaşam maskesi ardına gizlenen ve kadın cinselliğini tedavi etmek üzere önerilen klitorisin çıkarılması yöntemi pek akıllara gelmez. Geçmişte Kellogg tarafından tavsiye edilen ve bir çok önemli sağlık otoritesi tarafından da benimsenen bu tür ahlakçı öneriler yalnızca alternatif tıpta kök salmakla kalmayıp aynı zamanda modern sağlıklı yaşam endüstrisinin de başlangıcı oldu.
John Harvey Kellogg ve kardeşi Will Keith, 1878 yılında Battle Creek Sanitarium adında bir yer açtılar. Konaklama hizmetinin yanı sıra spa ve sağlıklı yaşam hizmeti de sunan Battle Creek kısa sürede adını duyurdu ve kendi döneminin hem en zengin hem de en tanınmış isimlerini ağırlayan dünyaca ünlü bir merkez haline geldi. Sanatoryumun işletilmesinden sorumlu olan Will, henüz aileye milyarlarca dolar kazandıran mısır gevreği şirketini kurmamış, John ise ülkenin en popüler doktorlarından biri olarak ismini duyurmamıştı. Zamanla ülkenin en tanınmış simalarından biri haline gelen John’un kitapları milyonlarca insan tarafından okunurken aynı milyonlar Good Health dergisinde verdiği tasviyeleri heyecanla takip ediyordu. Öyle ki, sindirim sistemi ve diyet üzerine yaptığı araştırmalarla 1921 yılın Nobel Ödülü’ne bile aday gösterildi.
Fakat parlak zekâsının yanı sıra aynı zamanda bir o kadar ahmaktı çünkü kendinin, dünyayı daha sağlıklı hale getirmek üzere Tanrı tarafından gönderilen bir peygamber olduğuna inanıyor, bu büyüklenmeci kişilik bozukluğu sebebiyle de meslektaşları tarafından çok ciddiye alınmıyordu. Yine de John sahip olduğu görüşlerin büyük bir kısmını Yedinci Gün Adventistlerinin inançlarıyla harmanlamaya ve ancak Tanrı inancıyla birleşen bir sağlıklı yaşamın hastalıklı bünyeleri tedavi edebileceğini savunmaya devam etti.
Sağlıklı ve zinde yaşam anlamına gelen wellness terimi henüz icat edilmemişti ama John, kendi zihninde tasarlamış olduğu ideal hayat tarzını elde etmek için biyolojik yaşam adını verdiği bir dizi öncül oluşturdu. Bu, günümüzde önleyici tıp olarak bilinen bir dizi uygulamayı içinde barındırıyordu. John’un her derde deva olduğunu söylediği üç aşamalı yöntem – fiziksel egzersiz, yeterli uyku, meyve-sebze ağırlıklı tahıl ve süt içeren bir diyet – sağlıklı yaşam için zihnen, bedenen ve ruhen çaba göstermek demekti. Bu yüzden hastalarını sürekli uyarıyor onlara hareketsiz bir yaşamdan, etten, şekerden, kafein, tütün, alkol ve seksten kaçınmaları gerektiğini söylüyordu. Obeziteyse ciddi anlama riskti çünkü ona göre obezite bedensel çekiciliği yok etmekle kalmıyor, ölüme davetiye çıkarıyordu. Mastürbasyonsa onun nezdinde insanın kendi vücudunu suistimal etmesi demekti ve akıl hastalığına, kansere ya da ahlaki çöküşe yol açan etmenlerden biriydi. Erkeklerde ellerin bandajlanmasını, işe yaramadığı takdirde sünnet tedavisine başvurulmasını; kızlardaysa klitorisin saf karbolik asitle yıkanıp vulvanın iç dudaklarıyla birlikte alınmasını tavsiye ediyordu.
Tıp tarihçisi Howard Markel’e göre John’un takıntılarından biri de temizlik ve erdemli yemek yeme meselesiydi. Yiyecekleri uzun süre çiğnemenin sindirime yardımcı olduğunu söylüyor, akşam yemeğinde ağırladığı konuklarına o ünlü “Çiğneme Şarkısını” söyletiyordu: “Çiğne, çiğne, çiğne, yapılması gereken budur.” Ayrıca hastalarına günde dört ya da beş kez dışkılamaları gerektiğini söyler, zaman zaman kendi düzenlendiği toplantılarda ortadan kaybolup kendi dışkı örneğiyle döner ve kokmadığını kanıtlamak için bu örneği insanların burnunun dibine sokardı.
John bu tarz tuhaflıklarla uğraşadursun, 1910 yılında yayımlanan kitap uzunluğundaki Flexner Raporu ile Kuzey Amerika’da modern tıbbın temelleri atıldı. Abraham Flexner tarafından hazırlanan rapor sağlık hizmetlerinin merkezine bilimi yerleştirerek tıp eğitiminin kalitesini yükseltti fakat genelde siyahi vatandaşların gittiği kırsal kesimdeki tıp fakültelerinin kapanıp ötekilerin de kabul koşullarının ağırlaşmasına sebep oldu ve dezavantajlı topluluklara zarar verdi. Üstelik raporda yer alan tasviyelerden biri de naturopati, homeopati ve kayropraktik gibi alternatif tıp eğitimlerinin tıp fakültelerinin müfredatından çıkarılmasıydı.
John 1943 yılında öldüğünde modern tıp yerleşik hale gelmiş ancak Yale Tıp Fakültesi profesörlerinden Thomas Duffy’nin de belirttiği gibi, bilimin had safhada mükemmelliğe odaklanması, hasta bakımında mükemmelliği hedefleyen benzer bir çabayla dengelenememiş ve aslında hastalara kulak vermesi, onları rahat ettirmesi gereken sağlık personeli bunlar yerine katı medikal uygulamalara saplanıp kalmış, böylece hastalarla doktorlar, hemşireler ve hasta bakıcılar arasındaki mesafe telafi edilemez bir biçimde açılmıştı.
John’un biyolojik yaşam uygulamalarını yaygınlaştırmasına paralel olarak Bernarr Macfadden adında aynı derecede eksantrik bir adam, yirminci yüzyılın ilk sağlık influencerı olarak kendini gösterdi. Bernarr, Amerikalılara her derde deva olduğunu söylediği oruçtan ve tıp bilimine düşmanlıktan oluşan bir sağlıklı yaşam reçetesi pazarlayarak milyonlarca dolar kazandı. Aşıya karşı çıkıyor, ayak tabanlarının yeryüzündeki manyetik enerjiyi emmesi için New York sokaklarında çıplak ayakla yürüyor, kan akışı dünyanın enerjisiyle dengelenebilsin diye yerde uyuyordu. 1899 yılında, sağlıklı yaşam önerilerinin yanı sıra vücutlarını sergileyen insanların fotoğraflarının da yer aldığı Physical Culture dergisini çıkarmaya başladı. Dergi inanılmaz bir ilgiyle karşılandı ve kendisini sağlık gurusu ilan eden Bernarr’ın aynı zamanda New York merkezli bir yayıncılık imparatorluğunun sahibi olmasını sağladı.
John ve Bernarr üzerine araştırma yapan aile hekimi Michelle Cohen’e göre bu iki isim, sağlık endüstrisi bakımından yirminci yüzyılın en önemli figürleriydi ve on dokuzuncu yüzyılın ahlakçı anlayışını kitlesel pazarlama ürününe dönüştürerek hastalıkların erdemli bir yaşam tarzıyla kontrol altına alınabileceği fikrinin yerleşik hale gelmesine sebep oldular.
Sağlıklı gıdalarla beslemek, düzenli egzersiz yapmak ve ruh sağlığını bozacak etmenlerden kaçınmak elbette bütün hastalıkların önlenmesi için gerekli ancak Cohen’in de ifade ettiği gibi, “Yaşam tarzı değişikliğine yardımcı olmakla insanlara yaşam tarzı değişikliğine dayalı her derde deva reçeteler satmak arasında ciddi farklar var. İlki sizi bir sağlık hizmet sağlayıcısı, ikincisiyse bir dolandırıcı yapar.”
Cohen aynı zamanda bizleri, “sağlığın ahlaki bir erdem olmadığı” yönünde uyarıyor. Zira “temiz” beslenmek ve egzersiz yapmak zor geldiği için avuç avuç “hap yutmayı” tercih eden “tembel” insanlar hakkında aşağılayıcı yorumlarda bulunmak da kötü alışkanlıklar kadar zararlı. Ve bu görüşlerin önemi bilhassa akıl hastalıklarının tedavisinde kendini gösteriyor: Stigma, akıl hastalığını karakterdeki bir zayıflık belirtisi olarak gören ve ilaç kullanımını da kişisel başarısızlık fikrine eşitleyen kişilerin zihinlerinde beslenip büyüyor.
Modern sağlıklı yaşam endüstrisi, başkaca tarihsel ve kültürel unsurlarla birlikte John ve Bernarr’ın ahlakçı tutumlarından miras aldığı bu tarz fikirlerinden oluştu. Bir yanda Flexner Raporu’nun bilimsel tutumu, öte yanda kendini ahlakçılıkla belli eden tuhaf sağlıklı yaşam pratikleri vardı ve bu iki sosyal güç, toplumda modern tıp yanlıları ve karşıtları olarak kutuplaşmaya yol açtı. Öte yandan yirminci yüzyıl sonları Amerikan toplumu kendini tüketici olarak tanımlıyor ve harcayacağı miktarlar için geniş bir seçenek havuzu talep ediyordu. Bu durum, sağlığımız konusunda kendi davranışlarımızın rolünü büyütürken genetik ve sosyal faktörlerin rolünü arka plana atan bireyselleşmiş, bir o kadar da sağlık hizmetleri alışverişine yönelmiş bir yaklaşımı katalize etti.
Bugün kullandığımız anlamıyla wellness terimiyse John’un ölümünden on altı, Bernarr’ın ölümünden dört yıl sonra doğdu. Sağlıklı yaşam hareketinin babası olarak adlandırılan biyoistatistikçi Halbert L. Dunn bu terimi ilk kez 1959 yılında, Canadian Journal of Public Health dergisinde kullandı. Akıl hastalığı ve akıl sağlığı arasında önemli bir ayrım olduğunu anımsatan Dunn, hastalıktan kurtulmak anlamına gelen “sağlıklı olma” ile hastalanmamak anlamına gelen “sağlıklı olma” arasında da bir ayrım olduğunu belirtmiş ve bu sonuncuyu şöyle tanımlamıştı: “Bireyin kendiliğinden sahip olduğu potansiyeli, hâlihazırda yaşamakta olduğu çevre içinde çıkarmaya yönelik bütünleşik bir yöntem.”
Bugün başımızı nereye çevirsek her köşeden sağlıklı yaşam fışkırdığını görüyoruz. Spa ve masaj salonları, zayıflama merkezleri, akupunktur hizmeti veren klinikler ve kayropraktik klinikleri arasında bize göz kırpan yoga ve meditasyon stüdyoları. Sırf iş yaşamınızla ruh sağlığınız arasında bir denge kurabilesiniz diye farklı varyasyonlarda üyelik fırsatı sunan spor salonlarıysa bir tık uzağınızda.
Gazeteci Rina Raphael, The Gospel of Wellness: Gyms, Gurus, and the False Promise of Self-Care isimli kitabında wellness teriminin ortak uzlaşıyla oluşturulan tek bir tanımı olmadığından yakınıyor ve sağlı yaşam endüstrisinin de bu yüzden bu kadar büyüdüğünü belirtiyor: “Sağlıklı yaşam dediğiniz zaman işin içine farkındalık sahibi bilinçli bir zihin de giriyor aktif kömür içeren bir diş macunu da. Dolayısıyla artık tamamen sınırları belirsiz, muğlak bir pazarlama terimine dönüştü.”
Fakat bu düzensizliğin de kendi içinde paradoksal bir düzeni var. Profesör Colleen Derkatch, In Why Wellness Sells: Natural Health in a Pharmaceutical Culture isimli kitabında sağlıklı yaşam destekçilerinin retoriğini analiz ediyor ve bizleri pazarlama materyalleriyle bombardımana maruz bırakırken tedarikçilerin satışlarını artıran iki zıt mesaja ışık tutuyor: Bir yandan sağlığımızı korumak, bedenimizi ve zihnimizi güçlendirerek optimize etmek için sağlıklı yaşamamız gerektiği söyleniyor öte yandan türlü türlü sağlık sorununu çözmek üzere tasarlanan onlarca ürün ve hizmet satılıyor. Sık sık daha enerjik olmaya, daha iyi beslenmeye, zihinsel sağlığımızı en üst düzeye çıkarmaya alışıyoruz. Bütün bunlar olup biterken wellness terimi kendini karşılayan bütün tanımlardan sıyrılıp sürekli dolar basan bir para makinesine dönüşüyor ve bizleri, farkında bile olmadığımız garip sağlık sorunlarımızı tedavi etmeye, kendimizi sürekli iyi tutmaya yönelik sonsuz bir döngünün içine çekiyor.
Sağlıklı yaşam endüstrisinin dünya çapındaki ekonomik büyüklüğü şu an 5,6 trilyon dolar gibi dudak uçuklatıcı bir rakam ve bu tutarın içerisinde spor salonları da var, alternatif tıp uygulamaları da. Bütün bunlara ek olarak uyku hizmeti sunan klinikleri, meditasyon stüdyolarını, farkındalık vaat eden kursları, beyin sağlığı takviyelerini, cannabis ürünlerini, guruları, koçları, diyet merkezlerini, telefon aplikasyonlarını ve 181 milyar dolarlık küresel zihin sağlığı ekonomisini de içeriyor.
En tehlikelisi de, sağlıklı yaşamın bilimsel incelemenin kısıtlamalarından uzak bir harikalar diyarını temsil eder hale gelmiş olması. Endüstrinin merkezinde sağlıklı yaşam uygulamalarından ziyade sahte bilim var ve elbette düşük maliyetli olduğundan bilimin sunduğu gerçeklerden çok daha fazla kazandırıyor. Burası, 2025 yılında dünya çapında yaklaşık 200 milyar dolar değerinde olacağı tahmin edilen alternatif tıp endüstrisinin de alanı. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde alternatif tıbba ayrılan toplam bütçe yaklaşık 30 milyar dolar.
Fakat günümüzün sağlıklı yaşam endüstrisi atalarına çok şey borçlu. Bugün sürekli televizyon programlarında karşımıza çıkan ekran-doktorları ve telefon uygulamalarımızdan suratları eksik olmayan sağlıklı yaşam influencerları modern çağın John Kellogg'larına ve Bernarr Macfaddens'larına benziyor, sağlığımızı ahlakileştiren ve modern tıbbı rafa kaldırmamızı ima eden mecazları yeniden canlandırıyorlar. Doğru beslenmediğimizde, doğru hissetmediğimizde ya da bir şekilde ilaç kullanmaya başladığımızda kendimizi suçlu hissetmeye zorlanıyoruz. Modern tıbba karşı duyduğumuz haklı ama zaman zaman da aşırı güvensizlik bir yandan özellikle ruh sağlığıyla ilgili konularda yanlış bilgileri artırıyor öte yandan sağlıklı yaşam pazarını ayakta tutuyor. İnsanlarsa alternatif tıbbın tuzaklarını görmezden gelmeye dünden hazırlar çünkü alternatif tıp, modern tıbbın onlara sunamadığı insani sıcaklığı sunuyor.
Fakat alternatif tıp her ne kadar kişiselleştirilmiş ve ihtimamlı görünse de, mekaniği hatalı. İngilizcede lemon terimi, henüz satın aldığınız ancak kusurlu olduğu ortaya çıkan araçlar için kullanılır: Güzel görünebilir, hatta bir ya da iki kez sizi gideceğiniz yere de götürebilir ama uzun soluklu bir sürüş deneyimini riskli hale getiren gizli üretim sorularına, sizin ilk bakışta farkına varamayacağınız arızalara sahip olabilir. Tıpkı günümüzdeki çoğu alternatif tıp uygulaması gibi…
Çeviren: Fulya Kılınçarslan