Ödemelerinizi İYZİCO ile taksitle yapabilirsiniz.
13 Kasım 2025

Kısa Kısa Roma İmparatorluğu

Notos Eğitim
Kısa Kısa Roma İmparatorluğu

Hazırlayan: Fulya Kılınçarslan

Antik Çağ’ın sonlarına doğru Batı’da, Akdeniz’in neredeyse tamamı Roma İmparatorluğu tarafından kontrol ediliyor ve o bölgede yaşayan topluluklar “Romalılaşma” olarak bilinen etkiyle yeniden biçimleniyordu. II. yüzyıla gelindiğinde bu geniş imparatorluk, farklı kültür ve dillere mensup yüz binlerce kişinin yaşadığı muazzam genişlikteki bir bölgeye yayılmıştı ve işgal ettiği bölgelerdeki halkı kendi kültürünü benimsemeye yöneltiyordu: Hem gündelik yaşamda hem de yüksek kültür olarak bilinen düşünsel faaliyetlerde Latince konuşmak ve yazmak, ekonomik ilişkilerde Roma’nın para birimini kullanmak, ihtilaflarda Roma hukukunun kurallarını uygulamak, kentlerin Roma mimarisi ve şehir planlamasına göre inşa edilmesini sağlamak bunlardan en belirgin olanlardı. 

Roma İmparatorluğu’nun fethettiği topraklarda kurulmuş olan bütün uygarlıklar bu şekilde zaman içerisinde Romalılaştı; Latince öğrendiler, imparatorluk topraklarındakine benzer kamu binaları inşa ettiler, şehir planlamalarını Roma usulüne uygun hale getirdiler ve Roma’nın yalnızca yasalarını değil, kurumlarıyla yaşam tarzını da benimsediler.  

Roma’nın Kuruluşu

Fakat elbette Roma, yalnızca bir gece içinde imparatorluk haline gelmedi. Bu küçük şehrin Akdeniz’i çevreleyen bütün toprakları ele geçirmesi için birkaç yüz yıl kadar geçmesi gerekti. 

Roma şehri M.Ö. 753 yılında kuruldu. Başlangıçta, Tiber nehri kıyılarında kurulan küçük bir şehirden ibaretti. Roma’nın kuruluşunu anlatan efsanelere göre savaş Tanrısı Mars ile Rhea Silvia’nın ikizleri Romulus ve Remus doğduktan hemen sonra terk edilir ve bir çoban tarafından kurtarılana kadar dişi bir kurt tarafından korunup emzirilir. İki kardeş yetişkinlik dönemlerinde Tiber Vadisi’ndeki köyleri bir araya getirip bir şehir kurmaya karar verirler. Şehir kurulur ancak kimin yönetici konumunda olacağı meselesi aralarındaki şiddetli bir çatışmaya dönüşür ve Romulus, Remus’u öldürüp şehre de kendi adını verir. 

Roma yavaş yavaş önce İtalyan yarımadasının tamamının, M.Ö. 146 yılındaki Pön Savaşları’ndan sonra da Kartaca’ya son verip Kuzey Afrika topraklarını ele geçirir ve II. yüzyıldaki en geniş sınırlara ulaşması yaklaşık 400 yıl sürer.

Monarşiden İmparatorluğa

Roma ilk zamanlarda, tıpkı Akdeniz’e kıyısı olan çoğu şehir gibi monarşiydi ve şehir, M.Ö. 753’ten MÖ 509’a kadar krallar tarafından yönetildi. Ancak M.Ö. 509 yılında yeni bir siyasi rejim benimsedi: Cumhuriyet. Roma, M.Ö. 27 yılına kadar devam eden cumhuriyet dönemi süresince kurduğu gelişmiş ordunun da yardımıyla topraklarını genişletti. Roma’nın imparatorluk dönemiyse cumhuriyetin sona erdiği M.Ö. 27 yılından tamamen yıkıldığı 476 yılına kadar sürdü. 

Entegrasyon ve Asimilasyon

Tarihteki çoğu imparatorluğun aksine Roma, fethettiği topraklardaki zenginliklere, doğal kaynaklara ya da insan gücüne el koymakla yetinmez. İmparatorluğun asıl gayesi her zaman gittiği yerlere kendi usulünü de götürmek, kültürel çeşitliliğe son vererek yeknesak bir kültür yaratmaktı ve bunu yaparken, diğer uygarlıkların elinde olmayan bir güce, profesyonel askerlerden oluşan düzenli bir orduya sahipti. 

Roma ordusunun iki temel rolünden biri yeni topraklar fethetmek ikincisiyse imparatorluk sınırları içinde barışı korumaktı. Öyle ki, imparatorluğun en geniş sınırlara ulaştığı II. yüzyıl, Pax Romana adı verilen kalıcı bir barış süreciyle karakterizeydi. Bu dönemde imparatorluk dışındaki topraklarda güvenlik azdı ve sık sık çatışmalar yaşanıyor hatta kimi zaman bu çatışmalar ufak çaplı savaşlara dönüyordu. Bu yüzden çoğu toplum Pax Romana’dan faydalanmak istedi. Ne var ki, Pax Romana’da faydalanmak için öncelikle imparatorluk sınırları içinde yaşamak, Roma’nın değerlerini ve kurumlarını kabul edip onlara saygı göstermek gerekiyordu. Bu da irili ufaklı pek çok yerleşimin gönüllü olarak imparatorluğa katılmayı seçmesine sebep oldu ve Roma kültürü de, bu istisnai zaman aralığında imparatorluğun en uzak köşelerine ulaşabildi. 

Roma’da Toplumsal Yapı 

İmparatorluğun II. yüzyıldaki nüfusu 50 milyon civarındaydı ve toplum beş sınıfa ayrılmıştı: Patriciler, plebler, yabancılar, azatlar, köleler. 

Roma vatandaşları

Roma’da yalnızca patriciler ve plebler vatandaş statüsüne sahipti. Bu da onlara siyasi yaşama aktif olarak katılma, yargı alanındaki hizmetlerden faydalanma, toprak sahibi olma ve vatandaşla evlilik yapabilme gibi kimi ayrıcalıklar kazandırıyordu. Ancak bir takım yükümlülükleri de vardı. Vergi ödemek, askerlik hizmetini ifa etmek ya da nüfus sayımına katılmak bunlardan bazılarıydı. 

Patriciler toplumdaki en üst sınıftı. Sonradan kazanılmaz ancak doğumla elde edilirdi. Dolayısıyla çoğunluğu zengin toprak sahiplerinden ya da asilzadelerden oluşuyordu. Kurumlarda söz sahibi olan bu sınıf aynı zamanda toplum nazarında da güçlüydü ve kimi durumlarda içlerinden bazıları imparatorun aldığı kararları doğrudan etkileyebiliyordu. Pleblerse Roma’da nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. Zanaatkâr, tüccar ve çiftçilerin dahil olduğu bu sınıf vatandaşlık açısından patricilerle aynı haklara sahip olsa da, onlar kadar varlıklı değildi ve dolayısıyla da toplum üzerindeki etkisi sınırlıydı. 

Roma vatandaşlığı, bilhassa imparatorluk döneminde çok fazla kazanım sağladığından farklı coğrafyalardan gelen çoğu insan için cazip bir toplumsal statüydü. Ne var ki, vatandaşlık ya doğumla kazanılıyor ya da hukuk kurallarıyla belirlenen bazı şartlar yerine getirilmek kaydıyla sonradan ediniliyordu. Bunlardan ilki, Roma ordusuna yirmi beş yıl süreyle hizmet vermekti. İkincisi vatandaşlık hakkını satın almak, üçüncüsüyse imparator tarafından doğrudan vatandaşlığa layık görülmekti. 

Özgür bireyler

Roma İmparatorluğu’nda köle statüsünde olmayan herkes özgür kabul edilirdi ve kişi vatandaşlık hakkına sahip değilse bile özgür bir birey olarak yaşamını sürdürebilirdi. Patriciler ve plebler vatandaşlık hakkına sahip özgür bireylerken yabancılar ve azatlar özgürdü ama vatandaş değildi.

İmparatorluk sınırları içinde yer alan ve önceden Roma ordusu tarafından fethedilmiş bir bölgede yaşayan yerel halk yabancı statüsündeydi. Yabancıların imparatorluğun herhangi bir yerinde yaşama hakkı mevcuttu ve Roma’da yaşayan pek çok yabancı vardı ancak bunlar vergi ödemek zorunda olsalar da vatandaş olamaz, dolayısıyla da siyasi haklardan faydalanamazlardı. Efendileri tarafından özgürlükleri verilen kölelerse azatlar sınıfına dahildi. Bu sınıftaki bireyler tam anlamıyla özgür kabul edilir ve genellikle eskiden hizmetinde oldukları kişinin haklarına benzer haklara sahip olurlardı. 

Roma İmparatorluğu’nda kadınlar, kocası ya da babası hangi sınıfa mensupsa o sınıfa mensup olur,  özgür olsalar da özgür bir erkekle aynı haklardan faydalanamazlardı. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar reşit kabule dilmezler ve hayatları boyunca önce babanın sonra da kocanın vesayeti altında yaşarlardı. 

Özgür olmayan bireyler

İmparatorluk içerisinde herhangi bir hakka sahip olmayan tek sınıf kölelerdi. Büyük bir kısmı savaş zamanı Roma askerleri tarafından esir alınan eski askerlerden oluşur, hayatları boyunca köle statüsünde kalır ve Roma hukukuna göre bir efendinin malı olarak kabul edilirlerdi. Toplumda farklı rolleri vardı; çiftlikçe çalışabildikleri gibi bir evin bütün sorumluluğunu da üstlenebilir ya da gladyatör olarak arenada boy gösterebilirlerdi. Ve bir köle ancak efendisi tarafından azat edilmek suretiyle özgür bir birey haline gelebilirdi.
 

İmparatorluk ve Kurumları

Roma İmparatorluğu oldukça dramatik koşullarda doğdu. Cumhuriyet, M.Ö. 27 yılında imparatorluğa evrildiğinde Roma, neredeyse 500 yıldır varlığını sürdürüyordu. 

M.Ö. I. yüzyılın en önemli generallerinden biri olan Julius Sezar, olağanüstü strateji kabiliyeti ve taktiksel becerileri sayesinde, ileride Roma eyaletlerinden biri haline gelecek olan Galya’yı fethetti. Fetihten sonra Roma’ya döndüğündeyse Cumhuriyet’in işleyişindeki kimi sorunları çözebilmek maksadıyla kendinin diktatör olarak atanmasını sağladı. Ancak bu atamaya en baştan karşı gelen ve onun, elindeki yetkiyi kötüye kullanacağından şüphe eden senatörlerin suikastına uğradı. Roma topraklarını birleştirmeyi başaransa evlatlık oğlu Octavian oldu ve M.Ö. 27 yılında imparator olarak atandıktan sonra adını Augustus olarak değiştirdi. 

İmparator

İmparator, bütün yetkileri elinde bulunduran ve hatta zaman zaman kendisine tapınılan merkezi figürdü. Kentlerdeki önemli noktalara heykelleri dikilir, büstler yerleştirilir, sikkeler üstlerinde imparatorun suretiyle basılırdı. Siyasi yetkileri hani neredeyse sınırsızdı. İmparatorluk kurumları tarafından alınan kararları bozabilir, yeni kararlar alınmasını sağlayabilirdi. Dini açıdansa en üstün otoriteydi. Öyle ki, hangi tanrılara ibadet edileceğine bile imparator karar verirdi. Askeri alanda savaş ve barışa, antlaşma halindeyse hüküm altına alınacak maddelere karar verir, yasama ve yürütme gibi yargı erkini de uhdesinde bulundururdu. 

Roma hukuku

İmparatorluk yönetimini bazı ilkelere dayandırmak maksadıyla M.Ö. 450 civarında On İki Levha Kanunları olarak bilinen düzenlemeler öngörüldü. Bu tarihten yaklaşık 500 yıl sonra, 131 yılındaysa İmparator Hadrian, Praetor’un Fermanı’nı yayımladı. Bu belgeyle o sıralar yürürlükte olan bütün kanunlar bir araya getirildi ve İmparatorluk genelinde bilinir hale gelmesi sağlandı. Roma hukukunun düzenlemeleri istisnalara değil kesinliklere dayalıydı ve kendi dönemi bakımından devrim niteliğinde olmasının yanı sıra kendisinden sonra yüzlerce yıl boyunca da medeniyetleri etkilemeye devam etti. 

Kurumlar

Cumhuriyet dönemi süresince oldukça yüksek bir öneme sahip olan kurumlar, İmparatorluk rejimine geçilmesiyle ve imparatorun da bütün yetkileri uhdesine toplamasıyla birlikte önemini yitirdi. 

Roma İmparatorluğu’nda Örgütlenme Yapısı

En güçlü olduğu dönemde 50 milyona yakın bir nüfusu olan imparatorlukta farklı diller konuşuluyor, farklı dinlere inanılıyor ve dolayısıyla bölgeden bölgeye yaşam tarzı değişiyordu. Her ne kadar Roma, erişebildiği her noktayı Romalılaştırsa da, nihayetinde çok kültürlü bir toplum söz konusuydu ve bu topluluklar yan yana yaşıyordu. Örneğin Galyalılar, Bretonlar ve Germenler imparatorluğun kuzeyinde, Yunanlar İtalyan yarımadasının doğusunda Mısırlılarsa Afrika’nın kuzeyindeydi.

Eyalet yöneticileri

Bu kadar geniş ve çok kültürlü bir coğrafyayı idare etmek için elbette oldukça etkili yöntemler geliştirildi ve aynı yöntemler günümüzde modern devletlerde başvurulan organizasyon yapısının da temeli oldu. İlk yapılan şey, bütün imparatorluğu eyaletlere bölmek ve her birinin başına bir yönetici (vali) atamaktı. II. yüzyıla gelindiğinde Roma, 40 eyaletten oluşuyordu ve eyalet yöneticileri vergilerin toplanmasından, yasaların uygulanmasından, sınırların korunup askeri yapının organize edilmesinden sorumluydu. 

Ulaşım, iletişim ve savunma ağı

İmparatorluk yaklaşık altmış bin kilometrelik bir yol ağına sahipti. Yollar uzun süre dayanabilmesi için dönemin en kaliteli malzemelerinden yapılır, fethedilen bölgelere de bu mimari anlayış yerleştirilerek başkentle iletişimin asla kopmaması amaçlanırdı. Bu sayede hem eyalet yöneticileri hazırladıkları raporları hızla başkente ulaştırabiliyor hem de vergiler daha kolay toplanıyordu. Ayrıca altı bin askerden oluşan Roma lejyonunun sınırları savunmak ya da isyanları bastırmak için hızlı hareket etmesi gerekti ve yollar, ordunun verimliliğini artırarak imparatorluk içindeki güvenliğin de teminatı haline geldi. 

Roma Kültürü

Roma kültürü, temas ettiği farklı kültürler sebebiyle sürekli gelişim halinde olan kapsamlı bir yapıya sahipti ve Akdeniz havzasındaki birçok uygarlığın izini taşıyordu. Fakat kendi kültürlerinin üstünlüğüne inanan Romalılar, başka kültürlere yaşama şansı tanımadıklarından Roma kültürü zamanla baskın hale geldi ve fethedilen bölgelerde yaşayan yerel kültürler zaman içerisinde asimilasyona uğradı. 

Fetih bölgelerinde yaşayan halk, Roma tarafından sunulan çeşitli fırsatlardan faydalanabiliyor, mesela ticaret yapabiliyor ya da dini törenlere iştirak edebiliyordu ancak bu tarz avantajlardan faydalanabilmek için Roma’nın dili olan Latinceyi kullanmak zorundaydı. Bu da Latincenin hızla yayılmasına ve imparatorluk yıkıldıktan sonra bile uzun yıllar boyunca bilim dili olarak kalmasına sebep oldu. 

Altyapı ve Mimari 

Roma ordusunun fethettiği her toprak parçası hızlı bir değişime maruz kalır, bölge fethedilir fethedilmez öncelikle altyapı inşaatına başlanırdı. Bu altyapıların farklı rolleri vardı. Kimileri yalnızca Roma’nın gücünü göstermeye hizmet ederken kimileri bölge sakinlerinin yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelikti. Mesela zafer takları, Roma’ya zaferle dönen generaller onuruna inşa edilir. 

Roma’nın en belirgin mimari yapılarından biri de su kemerleriydi. Şehir merkezine içme suyu taşıyan bu kemerlerin dağları ya da vadileri aşabilmesi için köprüler, hatta tüneller inşa ediliyor ve suyun hedefine ulaşması sağlanıyordu. 

Su kemerleri haricinde bilinen bir diğer Roma mimari örneği de arena ve tiyatrolardı. Romalılar eğlenmeyi severdi. İki tekerlekli savaş arabalarıyla yapılan yarışlar, gladyatör dövüşleri ve tiyatro oyunları en popüler gösteriler arasındaydı. Bu yüzden her imparator ülkenin dört tarafına arena ve tiyatrolar inşa ettirdi ve çağlar boyunca şehirlere damgasını vurdu.  

 

author-image
Notos Eğitim